Bu yazımda mayıs ayında gerçekleştirdiğimiz 3 günlük Amsterdam gezimizden bahsetmek istiyorum. Amsterdam ile ilgili olarak, daha önce giden arkadaşlarımız çok küçük bir şehir 3 gün yeter de artar demişlerdi, evet 3 günde neredeyse gezilmesi gereken her yeri gezdik ama birkaç günümüz daha olsa hiç itiraz etmezdim :)Gezinin detaylarına geçmeden belirtmeliyim ki Amsterdam gerçekten çok güzel, çok canlı, çok hareketli, çok eğlenceli ve çok kozmopolit bir şehir. Biz çok sevdik 🙂

Aslında bu geziyi öncesinde çok planlama fırsatımız olmadı, çok hızlı bir şekilde gitmeye karar verdik ve elimizde bir Amsterdam kitabı, birkaç arkadaş ve internet tavsiyesi ile yola koyulduk. Amsterdam’a varır varmaz havaalanından şehir merkezine giden tren için bilet alıp 10-15 dk’lık bir yolculuk sonrasında Central Station’a vardık. İner inmez yiyecek bir şeyler almak için ilk gördüğümüz yere daldık. Ve ilk aldığım şey bir kutu stroopwafel(karamelli waffel) oldu, gerçekten çok leziz tavsiye ederim. Bu arada Amsterdam’ın waffel’larının meşhur olduğunu ve mutlaka kahve eşliğinde denemeniz gerektiğini de belirteyim. Neyse kısa süren bir çevre keşfinden sonra otelimize giden 1 numaralı tramvayın kalktığı durağı bulup tramvaya bindik. 1 günlük tramvay biletimizi de tramvaya binince aldık. Otelimiz Filosoof, Vondelpark yakınında Leidseplein durağından sonraki 2. duraktaydı, yani tramvayla merkeze 10 dk mesafede. (http://www.sandton.eu/nl/amsterdam ). Temiz, şirin, butik bir otel ama yine de merkeze yürüme mesafesinde kalmak isteyenleri tatmin etmeyebilir. Neyse otele hızlıca yerleşip gezmeye başladık.

  

İlk olarak Dam meydanı ve çevresinden başladık, Kanallar boyunca yürüdük, hem eğri büğrülükleriyle bizi şaşırtan hem de perdesiz, büyük pencereleriyle tüm şıklıklarını sergileyen evlerini gördük, dolup taşan kafelerinde oturup yorgunluk kahvesi içtik, canımız çektikçe güzel dondurmalarından yedik, ilk yarım günde hemen hemen şehre alıştık bile diyebilirim 🙂 Listemizde birkaç arkadaş tavsiyesi kafe ve restoran vardı. Amsterdam’da binlerce restoran olduğu düğünülürse tavsiye ile hareket etmek daha tatmin edici sonuçlara ulaşmanızı sağlayabilir. Ama rastgele bir yerlere otursanız da bence çok büyük hayal kırıklığı olmaz. Pek çok ülke mutfağını bulmak mümkün. Bolca Endonezya, Hint, Japon, Arjantin restoranı mevcut. Biz ilk akşam Rembrandtplein’daki Tomo sushi’ye gittik. Sonraki günlerde gittiğimiz ve en memnun kaldığımız restoranlardan biri Endonezya mutfağı olan Coffee&Jazz (gerçekten çok değişik bir mekan, mekan sahibi, şef ve aynı zamanda garson olan kişiyi görünce ne demek istediğimiz anlayabilirsiniz ancak J ) ve diğeri de Japon Tepenyakici Kobehouse oldu. İkisini de tavsiye ederim. Et sevenlere Gauchos steak zincirini tavsiye edebilirim, falafel sevenler de Amsterdam’da bayram edecek çünkü bir sürü falafelci var, hızlı, pratik ve lezzetli, ara öğün olarak yenebilir 🙂 Bunca dünya mutfağı var da Hollanda mutfağı yok mu derseniz, var olmasına var da bize çok hitap etmediği için özel olarak öyle bir arayışa girmedik. Ama aslında bir arkadaşım D’Vijff Vlieghen de Dutch’ı önermişti malesef gidecek öğün kalmadı. Bir diğer tavsiye de Momo idi ama oraya da gidecek vakit kalmadı www.momo-amsterdam.com . Bu arada sabah kahvaltısı için en azından bir gün pancake yemenizi tavsiye ederim birçok kafede bulabilirsiniz ama ben Pancake Bakery’yi tavsiye ederim. Klasik pancake’ten oldukça farklı çeşitleri var.

Yeme içme dışında tabi vaktimizin bir kısmını da coffeshop’arda nane çayı içerek geçirdik 🙂 Bana sorarsanız bu coffeshoplar para tuzağı ama tabi siz yine de kendiniz deneyin ve görün

. 

Bu 3 günlük gezi boyunca günlerimiz yine hababam tüm şehri yürüyerek geçtiği için akşamları club ve benzeri bir yerlere gidecek pek halimiz kalmadı. Ama kalsaydı Supperclub ve Jimmy Woo vardı listemizde. Aslında hava neredeyse 22:30da karardığı için o saate kadar hep açık havada geçirdik zamanımızı, ben en çok Leidseplein’ı sevdim sanırım. Zaten Amsterdam’ın eğlence merkezi olarak geçiyor, ve civarında bir sürü restoran, kafe ve bar var . Hollanda’nın milli içeceğinin bira olduğu düşünülürse bir sürü de biracı var tabi, biraz severlere şiddetle tavsiye olunur 🙂 Bira demişken gezimizin 2. gününde oraya kadar gitmişken 1-2 saatimizi de Heineken’in ilk fabrikası ve şimdi müzesi olan “Heineken experience”a ayırdık. Memnun da kaldık hem bira üretimi hakkında bilgi edindik hem de çıkışta ikram edilen bedava biralardan faydalandık 🙂

Gezimizin son gününde müzeleri gezelim dedik ama o gün de hava öyle güzeldi ki tüm günü kapalı mekanda harcamak yazık olacaktı. Sabahtan Van Gogh müzesine girdik, metrelerce kuyruk vardı ama tam müzenin karşısında giriş biletini aynı fiyata satan başka bir satış ofisi bulduk ve böylece kuyruk beklemekten kurtulduk. Müze tabi ki çok güzeldi bence kesinlikle görülmeli, tabi eğer sanata ilginiz varsa. Diğer müzeleri gezmekten vazgeçtik, hem vakit darlığı hem de vakti açık havada geçirme isteği sebebiyle, hatta çok istediğimiz halde Anna Frank’ın evine de giremedik ama onun sebebi önünde hiç bitmek bilmeyen sıraydı. Ne zaman önünden geçsek sırayı gördük ve biz de sonunda vazgeçtik. En iyisi önceden online bilet almakmış. Sonuç olarak güzel havadan faydalanıp son günüzümde bir de kanalda tekne turu yaptık. Kesinlikle yapılmalı çünkü normalde şehrin yürüyerek göremeyeceğiz yerleri de görem imkanı buluyorsunuz. Ama hava güneşliyse bolca güneş kremi sürmeyi, güneş gözlüğü ve şapka almayı unutmayın tabi bir de olmazsa olmazımız fotoğraf makinesi 🙂

 

 Amsterdam’ın bir diğer turist çeken noktası da RedLightDistrict. Tabi biz de eksik kalmadık, gündüz şehri arşınlarken yolumuz ordan da geçti. O saatlerde pek bir enteresanlık yoktu hava kararınca tekrar gideriz dedik ve gece gittiğimizde hem yanan kırmızı ışıklar hem de turist kalabalığı sayesinde daha renkli ve canlı bir ortamla karşılaştık. Enteresan show’lara girme şansı bulabileceğiniz yegane yerlerden biri sanırım. Deneyin görün.

Bunlar dışında Amsterdam (ya da Hollanda) demişken akla gelen aslında ilk şeylerden biri de laleler sanırım. şehrin içinde kanallardan biri boyunca kurulu olan çiçek pazarı gerçekten çok keyifli, bir sürü değişik soğanlı bitki görebilir, isterseniz satın alabilirsiniz. Aynı zamanda o civarda pek çok kafe ve hediyelik eşya dükkanı da var. Bir diğer unutulmaması gereken şey de oraya kadar gitmişken Gouda peynirlerinden tatmak ve sevdiklerinize ya da kendinize hediye almak. Bir sürü farklı çeşit var ama biz en çok klasik Gouda’ları ve nispeten daha eski olan, parmesan kıvamındaki sert peynirlerini sevdik. Sırf peynircilerde tattığımız peynirlerle karnımızı bile doyurduk diyebilirim J

Alışveriş konusuna gelince aslında baya çok ve çeşitli mağaza var. Ama ben en çok mutfak eşyası satanları ve design ürünler satan yerleri sevdim. O kadar çok design ürün satan mağaza vardı ki, gözlerim bayram etti. Çocuklar için de çok güzel ürünler satan yerler buldum ve bizim afacana birkaç güzel hediye alabildim.

Aslında bu 3 günlük gezide belki Amsterdam’ı bitirir yakın civardaki şehirlere de gideriz demiştik ama olmadı. Belki bir dahaki sefere nisan ortasında gidip hem lale tarlaları ve bahçeler gezilebilir, hem de diğer ufak, sevimli Hollanda şehirleri. 

gezilere devam

Defne 🙂

  

Defne

Share
Published by
Defne

Recent Posts

PCV Nedir?

Positive Crank Case Ventilation, 1960'lı yıllarda geliştirilmiş, yağ karterini ve motor bloğunu verimli olarak havalandıran,…

2 sene ago

Vervaco Kanaviçe Kitleri

Eğer ABD'de online alışveriş yapacak olursaniz, Craftmar Vervaco Shop öneririz. Burada çapraz dikiş projeleri ile…

5 sene ago

Palm Springs-Joshua Tree

Çöl sıcağında yürümek belki favori tatiliniz olmayabilir ama eğer günün birinde Palm Springs'e gitmek varsa…

5 sene ago

Vancouver – Whistler

Vancouver'ın güzel bir şehir olduğunu daha önce defalarca kez duymuştum, ama bu şehirde aradığım birçok…

5 sene ago

Teksas Hillcountry

Bundan 1 sene önce sorsanız Texas denince aklıma ilk gelen; kovboylar, git git bitmeyen uzun…

6 sene ago

New Orleans – Destin

Bu sene yaz tatilini Amerika'da geçireceğimiz belli olunca acaba deniz tatili için hem Dallas'a yakın…

6 sene ago